top of page

Korykos’un Gizemi

Korykos (Kız Kalesi) gibi bir güzelliği barındıran memleketim olan Mersin, daha nice önemli antik kentlere ve tarihî yapılara ev sahipliği yapmıştır. İstanbul’un meşhur Galata Kulesi ne ise, Mersin’in de Kız Kalesi o’dur bence. Kız Kalesi’ni seçmeden önce birçok yapıyı düşündüm aslında; Yedi Uyurlar, Kanlıdivane, Cennet ve Cehennem, Astım Mağarası… Seçenek o kadar çoktu ki, yapıları bir bir düşünürken buldum kendimi. En nihayetinde de herkesin bildiği bir yeri yazmanın daha iyi olacağını düşündüm.

Kız Kalesi, Mersin’in Erdemli ilçesine bağlı bir bir kaledir. Konumu itibari ile civarındaki oteller ve yerleşim yerleri yazınMersin’i ziyaret edenlerin gözde yerlerinden birisi olmuştur. Zaten Mersin’de nefes aldıran nadir şeylerden biridir sahiller. İşte tam da bu noktada Kız Kalesi’nin kurulduğu yer de, insanı mest eder; berrak bir deniz, ileride tüm ihtişamı ile Kız Kalesi… Mavi renginin büyüsüne kapılıp giderken, arada kalan bu tarihî yapı da göz kırpar insana ‘’Ben de buradayım.’’ dercesine. O an anlarsınız, Mersin bir liman kenti olmasına rağmen nasıl da keşfedilmemiş bir hazine barındırıyor içerisinde. Gelgelelim bu değerli yapının asıl hikâyesine. Denizin kıyısında, uçsuz bucaksız olan ve manzarası Akdeniz olan Korykos kentinde yaşayan bir kral varmış, bu kral, hep bir kız çocuğu olsun istermiş. Yıllar yılı kovalamış ve nihayet kralın arzusu gerçeklemiş, bir kız çocuğu olmuş. Bilirsiniz ya, ‘’El bebek gül bebek büyütüldü.’’ derler tek çocuğu olanlar için. Kelimenin tam anlamı ile kral da öyle büyütmüş kızını, bir krala yakışır şekilde. Minik kızını pamuklara sarıp sarmalamış resmen. Babasının bütün bu ilgisine rağmen, prenses gayet yardımsever, kibar ve şımarık olmayan bir kız olarak yetişmiş. Zaman geçtikçe bu iyi huylarından dolayı da herkesin takdirini ve sevgisini kazanmış genç kız. Bir gün yolu Korykos’a düşen bir bilici yani kâhin, kral tarafından sarayına davet edilmiş. Sohbet ederlerken, kral kızının hayatı ve bundan sonraki süreçleri için biliciden bilgi almak istemiş. Lâkin, kâhin krala açık açık söylemese bile kızına bakınca içini bir korku kaplamış. Kral nedenini çok öğrenmek istemiş ve nihayetinde de bilicinin bunu krala söylemekten başka çaresi kalmamış, bu yazgıyı da kimse bozamazmış. ‘’Kralım, kızınızı bir yılan sokacak ve bunun sonucunda kızınız ölecek. Siz de maalesef ki buna engel olamayacak ve acıyı yaşayacaksınız.’’

Kral düşünmüş ve bir süre boyunca kızı üzülmesin diye bunu ondan saklasa da, kendince çareler bulmayı da ihmâl etmemiş tabii. Üzülmüş, acıyı iliklerine kadar hissetmiş desek yeridir. Bu acı onu günden güne tüketse bile, çözüme de ulaşmaya başlamış. Fakat bulduğu çözüm ile birlikte, bilicinin de söylediği gibi kaçınılmaz olan ölüm vakti de kapılarını çalmıştır artık. Yıların yüzemeyeceği bilgisi kulağına geldiği an, Korykos Kalesi’nin karşısındaki kıyıya yakın olan adaya bir kale yaptırmaya karar vermiş. Sonra da belki hiç yapmayacağı bir şey yapmış ve kızını yardımcılarıyla birlikte bu kaleye kapatıvermiş. Kızı, buna bir anlam verememiş. ‘Babası böyle bir şeyi neden yapmıştı? Duygularını bile önemsemeden neden birdenbire bu karara varmıştı?’ Genç kızın kafasında sorular döndükçe, kendi de günden güne erimeye başlamış.

Bu yalnızlığa rağmen, kral kızının hiçbir ihtiyacını gidermekten de geri kalmamıştı. Genç prensesin canı bir gün Tarsus beyazı bir üzüm istemiş ve kral her zaman olduğu gibi yine kızının ricasını kırmadan hemencecik isteğini yerine getirmiş. Hizmetlilerden hemen bir sepet hazırlanmasını ve bunu kızının yanına gönderilmesini emretmiş. Prenses, sepet eline ulaşınca çok sevinmiş ve üzümü yemek için herkesin uyumasını ve gecenin çökmesini beklemiş. Gece ise, sinsi bir akrep gibi tüm kaleyi sarmış âdeta. Bu sepette bir yılan varmış ve kızı oracıkta zehirleyip ölümüne neden olmuş. Kehânet gerçekleşmiş ve böylece bilicinin söylediği önlenemez olan kader, zamanı gelince prensesin sonu olmuş.

                                               



bottom of page